Hridaianandanin hikayeleri. Turkce

Bir insan ruhun bilinc seyahatleri


I. DOGUS

Bu Dunyaya gozlerimi ilk actigimda, gun isigi o kadar parlak geldi ki dayanamadim ve gozlerimi kapatmak zorunda kaldim. Kalbim cok hizli ve guclu atiyordu kucuk bedenimin icinde. Ve her atisi butun evrene canlar gibi sesleniyordu. Aslinda bedenim hala aci cekiyordu. Dogmak gercekten pek kolay degil. Ama ruhum cilginca tum dunyaya bagiriyordu:

“Iste Geldim! Geldim! Geldim! Dogdum! Merhaba Dunya! Merhaba Dunya! Beni bekliyor muydun?”

Annemin elleri beni sicacik sardi. Ve cok tatli bir opucugu tam basimin tepesinde hissettim. Sanki bu Dunya Gezegeninin, Dunya Annenin opucugu idi. Bu opucukle “Hos geldin Oglum” dedi bana. Ben ise heyecan icindeydim. Peki bu Dunya beni gercekten sevecek mi? Etrafimdaki insanlar beni sevecek mi? Beni anlayacaklar mi? Beni dinleyecekler mi? Benimle yasamayi isteyecekler mi? Benimle hayatlarini ve gunluk yasamlarini, nefeslerini, sularini, yemeklerini, sevinclerini ve acilarini, her seyi paylasmayi isteyecekler mi? Ve beni de, bu Dunyaya kendimle, Yuregimle, Canimla, Ruhumla getirdigim her seyi kabul edebilecekler mi? Bu gezegende bana yasam yeri verecekler mi? Rahat nefes alacak miyim? Kendimi rahat ifade edebilecek miyim? Sevdigim babami, annemi her zaman gorebilecek miyim?

Boyle dusunceler surekli icimde birbiri ile yarisiyordu. Bir daha denedim gozlerimi acmayi. Yavasca actim. Cok cesitli renkleri gordum. Hicbir sey net degildi. Her sey isik doluydu. Renkli bir seyler etrafta hareket ediyordu. Sonra rengi belli olmayan, ama bana cok hos gelen yan yana iki sey karsimda sabitlesti. Nedir bu diye ona daha guclu bakmaya calistim. Sanki cok kalin bir isik ve renkler dolu sisin icinden gecip gozlerim o iki seye, ama net bir sey goremedim. Bir anda icimden anladim. O gordugum sey annemin gozleriydi. O bana bakiyordu. Bunu cok net hissettim. Ben de ona bakiyordum.

“Anne Merhaba, Merhaba Annecigim!” diye seslendi yuregim. Ama yuzumde sadece dudaklarim gulumsedi ve bir sevinc ifadesi olustu. O da kendi cok icten, tatli ve coktan alistigim ve sevdigim sesiyle “Oglum Hos geldin!” dedi. “Seni Seviyorum” dedi. O an, gozlerim bir daha kapandi ve ruhumun tum isinlari ile annemin ruhuna, yuregine ve canina sarildim.


II. DUNYANIN DOGUSU

Simdi yaslandim. Musaade ederseniz, bedenim yaslandi. Takvimde 9 Eylul, sabah 09.30. Darjeeling’de bir dagin tepesinden karsimda rengarenk karlariyla parlayan Kancencanga Dagina bakip oturuyorum.

- Ey Kutsal Dag! Dunyanin neresinde olursam olayim yillardir sana bakip oturuyorum. Gercekten cok yucesin ve cok guzelsin! Ve hayatimi en cok etkileyen dag oldun. Ve hala cok buyuk gizemlerle dolusun. Defalarca beni cagirdin: Kalagya, diye, icimden gelen seslerle. Defalarca sana yaklastim bedenimle. Defalarca icine girdim Ruhumla. Ve insan gozlerinden sakli olan bircok sirrini bana actin. Ama hicbir zaman bana tamamen acilmadin. Biliyorum ki bu gezegende hic kimseye acilmadin. Hicbir Avatar’a, Guru’ya veya bilim adamina, gezgine veya merakliya. Sen gizemini daima cok mukemmel sekilde korumayi basariyorsun.

Ufukta gorunen Kancencanga daginin uzerinde bir bulut olustu. Farkli, parlak bir bulut... Birden o bulutun icinden uzerime gelen isik dalgalarini hissettim. Ve bir an sonra gozlerim kapandi ve farkli bir bilince gectim.

Uzaydan bakiyorum. Uzayin sonsuzlugu beni korkutmuyor. Kendi evimde gibi rahatim. Etrafta sadece ne kadar yakin, ne kadar uzak oldugu hic onemli olmayan milyarlarca yildizlar ve galaksiler isiyarak duruyordu. O yildizlardan sari bir yildiz dikkatimi cekti ve bir anda ona yaklastim. Zaman, mekan gibi kavramlar yoktu zaten. Ben hep bendim. Benim disimda ben olmayan bir seyler vardi. Ama sanki ben olmayan da benim bir baska tarafim idi. Bir anlamda benimle bir idi. O sari yildiza yaklastigimda gordum ki o bir genc Gunes. Etrafinda gezegenler donuyordu. Birden o yildizin etrafinda bir gezegen olusmaya basladi. Once o ruhsal Realite Planinda olustu. Sonra asagi dogru, Evrenin daha kaba maddesinden olusan boyutlarina inmeye basladi. Ve sonunda fizik planda bir kristal olustu. O kristal cesitli enerjilerden uc boyutlu, cok guzel bir kristaldi. Etrafinda madde yogunlasiyordu. Yogunlasma devam ederken atessi bir gezegen olustu. O da yildiza benziyordu ve yildiz gibi parlakti. Sonra sogumaya basladi ve atesleri icine cekildi. Disinda ise kabuk gibi incecik kitalar olustu. Soguma devam ettikce o gezegenin etrafinda atesten olusan duman ve bulut karisimi sonunda arinmaya basladi. Gunesten gelen yogun isinlarla karisan o gezegenin yeni olusan atmosferinde yagmur bulutlari olustu ve cok yogun ve uzun devam eden yagmurlar yagmaya basladi gezegenin yuzune. Ve kitalarin uzerinde olusan tum alcak yerler su ile kaplanarak doldu. Bazi yerlerde o kadar cok su vardi ki ucu bucagi gorunmuyordu. Bazi yerlerde daha kucuktu. Bazi yerlerde ise sular daglardan, tepelerden asagi dogru akiyordu. Bu sularin etkisiyle gezegen daha cok sogudu. Yine de o sularin icinde yeterince cok isi vardi. Bazi yerlerde sular kayniyordu. Bazi yerlerde hala yeraltindan disari dogru atesler puskuruyordu. Gezegen kayniyordu ama artik dogmustu. Nefes aliyor ve yasiyordu. Boylece gozumun onunde bir gezegen olusmustu. Ben ise surekli Kozmostan bakiyordum. Hayal bile etmiyordum bu gezegende nasil cesitli hayat bicimleri olusacagini. Ve o an asla kendimin de o gezegene sayisiz defa cok defa gelip gidecegimi asla dusunmemistim. ;ste bu gezegen Sevgili Dunya idi!


III. HAYAT BIR TEHLIKEDIR

Asya colunun sicak ruzgari yuzume vuruyordu. Zor nefes aliyordum. Uc aylik kundaklanmis bebek bir agacin dalina asilmis, havada ruzgarda sallaniyordum. Ellerim, bacaklarim ve her sey sarilmisti. Sadece biraz basimi kimildatabiliyordum. Agacin dallarinin golgesindeydim. Ama sicak kuru ruzgar dudaklarimi coktan kurutmustu. Ve gozlerimi acitiyordu. Annemi cagiriyordum ama herhalde sesim cok zayifti ve zaten annemin dilini ogrenmis degildim, kullanamiyordum. Sadece agliyordum. Ama canim annemi cagiriyordu. Hissediyordum ki o tarlada calisiyordu ve beni duymuyordu. Birden ruhuma karanlik coktu. Bir tehlike hissettim. Ama gozlerimle hicbir sey gormem mumkun degildi. Sadece hislerim bana haber veriyordu: tehlike yakin ve o yaklasmaya devam ediyor. O sessiz bir tehlike. O bir surungen.

O bir yilandi ve agaca tirmaniyordu. Ve ben ruhumun gozuyle onu gordum ve niyetini de anladim. O bana yaklasiyordu. Uc aylik korumasiz bebek onun icin cok kolay bir hedefti. Birden canim sikildi ve kendimi dunyadan cok uzak bir yerde buldum. Bedensiz, nefessiz, zaman, mekan ve sekil disinda… Sonsuzlukla birdim. Ve zaman benim icin durdu. Bir an asagiya, dunyaya baktigimda gordum ki o yilan da oldugu yerde donup kaldi. Ama ayni anda oradaki bebek bedenime baktigimda, onun ne kadar rahatsiz oldugunu, agladigini, annesini cagirdigini ama annesinin onu duymadigini fark ettim. O bebek ben idim. Ve o bebek biliyordu, yilan vazgecmeyecek ve yaklasmaya devam edecek. O bebegin bilincine gore yilan yaklasmaya devam ediyor.

Birden o sonsuzlukla bir olan Tanrisal halimin gozu onunde, o asagida, dunyada olan uc aylik bebegin hayatinin icinde ne kadar cok tehlikeli durumlar, anlar, gunler ve yillar olacagini cok net gordum. Ve yuregimden bir haykiris cikti:
- Tanrim! Neden boyle olmak zorunda! Nereye gonderdin beni! Nereye ugradim ben, o bebek bedeninde!

Ve yuregimin derinliklerinden cevap geldi:
- Sen ve Ben Sonsuzluk icinde Daima Biriz! Gercek Sen hicbir zaman tehlikede degilsin ve olman mumkun degil! Ama o gezegendeki yasaminda gercekten her cesit tehlikeli durumlar olacak. Ve ben bunu degistiremem. Sen de bunu o dunyanin sartlari olarak kabul et. Ne olursa olsun, sevgiyle bak.

- Tabii, dedi Yuregim. Bunu biliyorum! Ama o bebegin bilinci, o dunyanin sartlarinda gelistigi zaman, kabalastigi zaman ve gercek kendini unuttugu zaman ve kendini sadece bir insan olarak algiladigi zaman, vay onun caresine… diye uzuldum ve sessiz kaldim.

Sonra o altmis yasindaki Darjeeling’in bir tepesinden Kancencanga’ya bakan ve ayni sorulari soran bir adam gibi gordum kendimi. Etrafima ince bakisla baktigimda o altmis yasindaki, cok cesitli tecrubelerden, deneyimlerden gecen adamin - yani ben, o an bile tehlikede oldugumu gordum. ;nce boyutlarda cok cesitli varliklar durmadan ona saldiriyorlardi. O ise sessiz ve sakin oturup muhtesem Himalayalar manzarasina bakiyordu. Ama ruhu karanlikla savasiyordu. Cunku yureginde buyuk bir ates vardi. Karanlik gucler ise o atesten ve her cesit isiktan nefret ederdi. Her zaman onu yok etmek icin saldirirlardi. Yuregindeki atesin ne kadar buyukse o kadar buyuk karanlik yaratiklar sana saldirir.

- Tanrim! Nereye ugradim ben!

Bu cumleyi ben mi soyluyordum, o sonsuzlukla bir olan ben mi, o altmis yasindaki adam mi, yoksa o tehlikede olan uc aylik bebek mi? Fark etmez. Yuregim ve canim bu soruyu her zaman soruyordu. Birden butun bedenim sarsildi. Ben tekrar bebek bedenindeydim. Agac siddetle sarsiliyordu ve ben de o asili halde sarsiliyordum. Dusmek uzereydim. Bagiriyordum. Sarsilmalar birden kesildi ve tehlikenin yok oldugunu fark ettim. Bedenim hala sarsiliyordu ve aci cekiyordu. Gozlerim yasla doluydu. Dudaklarim ve bogazim kurumustu. Ama ruhumun gozuyle gordum ki, bir erkek agaci tekmeleyerek yilanin dusmesini saglamisti. Ve su an, o yilanin uzerine capayi indiriyordu. Yilan parcalanmisti ve her parcasi yine de hareket etmeye devam ediyordu. Adam beni kurtarmisti ve annemi cagiriyordu. Sonra beni ellerine aldi ve nefesi kesilerek hizla kosup gelen annemin ellerine verdi.

- Iyi ki varsin Annecigim…


IV. OLUM YOK, AMA KIMSEYE GUVENME

Uc yasindaydim. Hatirladigima gore ilkbahardi, mart ayi olabilir. Sanirim sabah yagmur yagmisti. Pencereye baktigimda agaclarin yapraklari islakti. Ve evin etrafindaki toprak da islakti.

- Anne, neden beni erken uyandirdin? diye sordum.
- Simdi boyle gerekiyor oglum, dedi. Sen amcanla teyzenin evine gideceksin. Ben de oraya gidiyorum, ama benim acele etmem gerek, orada isim var. Sonra sana her seyi anlatirim, dedi. Ve beni yasli bir amcaya birakti.

Sasirdim, cunku annemi bu halde ilk defa goruyordum. Bedeni de, sesi de titriyordu. Cok yorgun, bitkin ve huzursuz gorunuyordu. Kapidan kosarak cikan annemin pesinden bagirdim:

- Ne oldu anne?

Ama o kapiyi artik kapatip kaybolmustu. Amcam bana paltomu verdi. Botlarimi giydim ve ikimiz disari ciktik. Ve yavasca teyzemin evine dogru yola ciktik.
Amca bir seylerden soz edip beni guldurmeye calisiyordu. Neseli ve sevincli olmaya calisiyordu ama ben onun tum cabalarinin yapay oldugunu fark ediyordum. Mekanda bir tuhaflik vardi. Pek de anlamiyordum neler oldugunu. Ama hislerim bana sira disi bir olay oldugunu soyluyordu. Teyzemin evine yaklasinca gordum ki teyzemin bahcesi ve evinin ici cok sayida insanla dopdolu duruyordu. Bazilari bir seyler yapiyordu ama cogu sessiz ve uzgundu. Birkac kisi durmadan agliyordu. Teyzem ve esi birbirine sarilip son derece kendilerinden gecmis halde agliyorlardi. Beni getiren amcamin yuzune bakarak sordum:

- Ne oldu burada, ne yapiyor insanlar burada toplanip?
- Oglum, senden bunu saklayamam, bilmen gereken bir sey var. Ayse Teyzenin ve Cemil Amcanin oglu Veli oldu.

- Nasil, Veli oldu mu? diye sordum sanki anlamamisim gibi. Ama o benim cok sevdigim agabeyimdi ve daha on dokuz yasindaydi. Bunu kendisi bana soylemisti. Amca, nasil olur da on dokuz yasindaki bir genc olebilir ki? Diye sordum ona tekrar.

- Haklisin, o daha cok gencti, dedi Bilal Amca. Ama neden boyle oldugunu izin verirsen ben sana anlatmayayim. Annen sana daha sonra uygun sekilde sana anlatir, dedi ve yuzunu elleri ile kapatti.

Goruyordum ki Bilal Amca da aci cekiyordu. Belki uc yasindaki cocuk ne anlar ki olumden, dersiniz, ama ben herkes gibi uzgun degildim. Ama birden cok sessiz oldum. Aklim, duygularim durdu. Ve kendi yuregime daldim. Ne demek olmek? Olum nedir? Neden boyle guzel bir dostum, agabeyim bu kadar genc olmek zorunda, diye kendi kendime soruyordum. Yuregimin derinlerinden bir ses,
- “Sen zaten biliyorsun. Olum yok. Veli olmedi sadece kaba bedeninden ayrildi.” dedi.

- Ama yine de ben artik onu gormeyecegim, diye sordum ve birden canim acidi. O cesur, guzel agabeyimi artik gormeyecegim, onun gulumsemesini, sesini duymayacagim, sakalarini duymayacagim, onunla arabaya binip gezemeyecegim, onunla top oynayamayacagim. Birden gordum ki ben de cok sey kaybetmisim. O anda yuregimden gelen ses dedi ki:

- Bu hayatinda sana verilen her seyi ayri zamanlarda hepsini kaybedeceksin. Senin sandigin hicbir sey senin degil. Sen de bir gun kendi bedenini ve onunla beraber bu dunyayi kaybedeceksin. Ve eger onlara baglanirsan, kaybettigin her sey icin uzuleceksin ve aci cekeceksin. Bu nedenle hicbir zaman, hicbir seye baglanma.

Bir kenarda, koltukta oturup sessizce olup gecenlere bakiyordum. Gozumun onunden bir ruya gibi cenaze gecti. Ardinda aglayanlar kaldi. ;nsanlar birbirine moral vermeye calisiyordu. Ama genel hava uzucuydu. Aksam annemle eve dondugumde ona sordum:

- Neden Veli bu kadar genc iken oldu, diye.

Annem beni yataga oturttu. Bana cok sicak sarildi, gozlerimden optu, ellerimden optu. Tekrar sarildi. Asagiya, dizlerine egildi ve kendi yuzune ellerimi koydu. Birazdan ellerimin islandigini fark ettim. Annem sessizce agliyordu. Ben de egilip onun basindan optum. Sacini oksamaya basladim. Kendi kucuk ellerimle gozyaslarini sildim. Simsiki boynuna sarildim. Optum onu yanaklarindan, alnindan.
- Annecigim sen uzulme, Velinin bedeni olse de kendi yasiyor, dedim ona. Ama bedeni neden oldu bunu anlamiyorum, dedim ona.

- Oglum sana bu gece gordugum ruyayi anlatacagim, dedi derin bir nefes alarak. O ruyada senin babani, yani esimi gordum dedi. O gece cok gec saatte dort bes arkadasi ile demir yolun yaninda, devletin elma bahcelerinden gecen bir patikada eve donuyordu. O neseliydi, biraz sarhostu. Arkadaslari da sarhostu, sakalasiyorlardi. Birden onlari orman gibi saran bahcenin derinliklerinden bir islik sesi geldi. Bir anda yanindaki arkadaslari esime saldirdilar. O tek basinaydi. Digerlerinin hepsi ise ona karsiydi. Yine de o cok cesurca onlarla dovusuyordu ve yere dusmemeyi ve onlarin saldirilarina karsilik vermeyi basariyordu. Bir sure boyle devam etti. Sonra bir tren sesi duyuldu. Tren hizla yaklasiyordu. Ve tren yanlarindan gecerken saldirganlar durdu. Bu durumdan faydalanip baban kacmaya calisti ama bire tarafta tren yolu kapatiyordu, arkada ise ‘arkadaslari’ onu sarmisti. Tren gecer gecmez birden kocaman bir erkek daha ortaya cikti. Elinde bir sarap sisesi vardi. Hizla yaklasti ve babanin basina vurdu. Ama sevgili oglum, o baban degildi. Bunu sonra anladim. O sadece ruyamda bana baban gibi gorundu. O dustu basi yaralanmisti. Arkadaslari diye tanidigi vahsiler onun uzerini tamamen soydular. Cebindeki parayi ve diger her seyi de aldilar. Onu bir agacin altina goturup oylece biraktilar ve dagilip kactilar.

Iste ruya buydu ve bu ruya beni cok korkuttu. Babanin oldugunu sanmistim. Birden uyanip saate baktim, saat gece bir bucuktu. Her seyim titriyordu. Babana bir sey oldu diye ruyamda gordugum bahcenin o yerine, seni uyandirmadan kapilari kapatip kostum. Oraya geldigimde artik hic kimse yoktu. Karanlikti. Ama elimde elektrikli bir fener vardi. Etrafa fenerin isigini yonlendirip baktim. Birden onu gordum. Bir anda her sey kayboldu, ayaklarim ustunde duramadim. Dizlerim kesilmis gibi yere coktum. Sonra hemen yaklastim ve baktim yuzune, o baban degildi. O Veli idi. Ruyam gercekmis, dedi annem. Sadece baban oldugunu sanmistim ruyamda ama gercekte o Veli imis. ;ste oglum, bu Dunyanin arkadasliginin degeri bu kadar… En yakin sayilan arkadaslarin bile sana ihanet eder, sana saldirir hatta seni oldurur. Unutma oglum: Bu Dunyada guvenebilecegin kimse yok. Dedi ve bana sarilirken kendi dusuncelerine derince daldi.

Annemin yanaklarini ellerime aldim.

- Annecigim Veli olmedi. O burada, ben onu cenaze gectiginde de gordum. O annesini ve babasini rahatlatmaya calisiyordu. Ama ne yazik ki onlar duymuyordu. Seni de rahatlatmaya calisiyordu. Bana baktiginda ise sevincle gulumsuyordu cunku etrafta onu goren ve anlayan benden baska kimse yoktu. Annecigim Veli simdi cok daha ozgur ve mutlu. O seni seviyor ve uzulmemeni rica ediyor. Ayrica kendi annesine ve babasina da onu gordugumu ve duydugumu senin soylemeni istiyor. Veli’nin yasadigini onlara anlat lutfen. Annecigim senin de bilmen gerekir ki, insanin bedeni oldugunde kendisi olmuyor. Insan olumsuz.

Annem basini kaldirdi, gulumsedi ve beni opup,

- Tabii ki oglum, biliyorum, dedi. Ama etrafta uzulenleri gordugumde insan bilinci etkileniyor ve ister istemez sen de uzuluyorsun. Ama ben senin boyle dogru ve bilincli sekilde bu olayi algilamana ve boyle rahat davranmana cok sevindim. Oglum seni seviyorum. Veli seni de seviyorum ve ricani annene ve babana iletecegim. ;nsallah inanirlar.

- Inanmasalar ben de onlara anlatirim, dedim ve Veli’ye goz kirptim.


V. GERCEK NEDIR?

Misir Colu. Gunes her seyi eritmek uzere... Kayanin altinda, golgede yari yariya ciplak bir adam gozleri kapali, sirtini kayaya yaslamis oturuyor. Sanki derin uykuda, nefesi bile pek belli degil. Ona yavasca yaklasiyorum. Birkac adim kala durup yuzune dikkatle bakiyorum.

-Nasil bir adam bu? Kac kez onu davet ettim. Askerlerimi gonderdim. Sarayimda misafir olmasini istedim. Isterse benim yanimda kalsin, isterse benimle seyahate ciksin. Ama gelsin goreyim bu acayip adami.

Onunla sohbet etmeye cok merakli idim. Dusuncelerim biraz karisiyordu. Peki ben simdi neden geldim buraya? Ne zorladi beni buraya gelmeye? Ben onu defalarca davet ettim gelmedi, peki ben simdi kendim niye geldim? Ben bir kralim genc olmama ragmen. O ise en sade hayati yasayan yasli bir bilge. Bilgeleri severim. Cunku bilgeligin degerini biliyorum. Iste butun hayatim boyunca aradigim sey buydu: Tanrisal Bilgelik. Ve bunu bana ogretecek hocam. Ama kaderim baska sekilde gerceklesti.

Sessizce oturdum adamin karsisina. O ise hicbir seyin farkinda degildi. Sanki etrafindaki dunya bile yoktu. Tekrar dusuncelerime daldim. Henuz cocukken, Oykumena’nin sinirlarina gitmek istiyordum. Aristoteles “Oykumena’nin sinirlari var” diye ogretiyordu. O ise dunyanin sonu demek yani en uzak gidilebilecek yer dunyanin bittigi yer. Acaba o sinirdan sonra ne var, eger sonuna kadar gitsem duz dunya uzerinde bir gun tum dunya bitecek ve dunyanin disinda olanlari gorebilecegim. Oraya gitmeyi cok istiyordum. Oraya… Uzak Uzak Doguya... Tum kitalarin bittigi yere. Ama kaderim beni asker haline getirdi. Ve ister istemez babam oldukten sonra ulkeyi korumak icin ve halkimin onurunu korumak icin savasmak zorunda kaldim. Neden benim yasimdaki bir genc boyle agir savaslara tum basi ile, yuregi ile girsin ki. Ben savas istemiyorum, askerligi de sevmiyorum. Komutan olmaktan da hoslanmiyorum. Savasi sevmiyorum. Ben Gercegi ogrenmek istiyorum. Her zaman Gercegin pesindeyim. Gozlerim kapandi. Bir an kendimi sonsuz boslukta hissettim.

Sonra bir daha gozlerimi actim. Gozlerimin onunde Kancencanga parliyordu. Saatim 10.20 gosteriyordu. Bu sabah otel kahvaltisini kacirmistim. Yalniz kalmayi istiyordum: Kancencanga ile yuz yuze yalniz kalmayi... Darjeeling’in sabah havasi cok guzel. Hafif ruzgar daglardan inanilmaz guzel kokular getiriyordu. Tekrar dusuncelerime daldim. Evet benim icin Gercek en degerli sey. 2500 yil once oldugu gibi, 5000 yil once oldugu gibi, simdi de oldugu gibi tek amacim GERCEK.
Gozlerim tekrar kendi kendine kapandi. Sevgili Isa gozlerini goklere dikip sessiz, hareketsiz Pontiplatus’un karsisinda duruyordu.

- Soyler misin bana Yahudilerin Krali, Gercek nedir? Gulumseyerek dalga gecerek sordu Ponti Pilatus.

Isa gozlerini ona cevirdi. Ve sanki bosluga bakar gibi,
- Sana soylesem anlamazsin. Soylemesem de kizarsin. Ama bil ki Gercek senin aklindan cok uzak bir seydir. Ben onu cekip aklina getiremem. ;steyenin kendi gider ve bulur onu.

Isa tekrar gozlerini goklere cevirdi. Boyle cevabi beklemeyen Pontiplatos heyecanlandi ve ne diyecegini bilemeden Isa’nin etrafinda donmeye basladi. Gozlerinden simsekler cakiyordu. Isa ise sanki orada yoktu. Sanki sadece bir goruntu vardi ama ;sa orada degildi. Pontiplatos’un gordugu Isa ve Gercek Isa cok farkli seylerdi. Acikca goruyordum ki Pontiplatus’un Gercegi ogrenmesi hicbir zaman mumkun degil. Peki Isa‘nin kendisi biliyor muydu Gercegi?

Tekrar bilincim tamamen bosaldi. Ne zaman, ne mekan, ne sekil, ne isik, ne karanlik, hicbir sey… Birden sol elimin uzerinde bir hareket hissettim ve gozlerimi actim. Karsimda hala sessiz, nefessiz, kapali gozleriyle Diyojen oturuyordu. Elimin ters tarafina baktim, uzerinde kocaman bir akrep sallanip duruyordu. iste isaret, diye dusundum. Dostum baska yer mi yok bu colde dolasmak icin, diye onu elimden silkeledim. Akrep bir tas altina saklandi. Niye geldim ben bu bilge adamin yanina, Gercegi mi aramaya geldim. O Gercegi bilse de bana Gercegi soyleyebilecek mi, Gercek soylenebilecek bir sey mi? Askerlerim beni bu sekilde gorseydi, bu yakici gunesin altinda iki sesiz adamin karsilikli oturup, Gercegin pesinde olanlar, Bilgeler kesinlikle deli diye dusunebilir, dalga gecebilirlerdi. Ama ben sicagi hissetmiyordum. Akrep de beni korkutmadi. Tepkisiz olan Diyojen de beni rahatsiz etmiyor. Ama bos donmek istemiyordum. O yuzden seslendim ona:

- Diyojen, beni duyuyor musun?

Hicbir hareket veya cevap yok.

Nefesimi gecirip israrla ve sesli tekrar soruyorum:

- Diyojen, hey Diyojen… Seni davet ettigimde gelmedin, iste bak kendim geldim yanina. Belki de niye geldigimi soylersin bana. Aslinda ben Gercegin pesindeyim. Ah sevgili dostum Diyojen keske benimle olsaydin, ne guzel sohbetler ederdik, ne guzel seyahatlerde zaman gecirirdik. Artik gozlerini acabilirsin, beni duydugundan eminim.

Hicbir tepki hala yok. Yoksa bu adam duymuyor mu beni. Ama duymasi gerek, bilgeler duyarlidir. Transta olsa da duymali.

- Peki Diyojen ben donuyorum. Son bir sey soracagim sana. Soyler misin senin icin ne yapabilirim. Her seyi soyle, ihtiyacin ne ise. Senin icin her seyi yapabilirim. Sana saygim ve sevgim sonsuz.

Birden hafif bir gulumseme gecti Diyojen’in dudaklarindan, sanki kaya uzerinden bir kusun kanadinin golgesi gecer gibi. Sonra gozlerini acti, bana bakti. Sanki ben bir bulut veya sis gibi bir seymisim gibi bakti. Cok icten tekrar gulumsedi ve dedi ki:

- Cekil kenara, yeter ki Gunesi kapatma. Baska istegim yok.

Tekrar gozleri kapandi ve kendi icine dalip gitti.

- Ne diyorsun sen Diyojen? Saskinca dikildim ona. Zaten ikimiz de golgedeyiz. Nasil olur da kapatirim ben Gunesi sana.

Hicbir cevap yok.

- Iste, Gercek her zaman bu kadar sessizmis, dedim kendi kendime ve birden bilincimde bir supernova patladigini hissettim.

Diyojen Gercegi soyledi, O Gercek Gunesten soz etti. Benim ve Yuce Tanrisal Gercegin arasina girme, golge yaratma demek istedi bana. Ben ise fizik gozlerimle bakip bedenlerimizin zaten golgede oldugunu soyledim. Dogru ya! Ne insan gozu, ne de insan akli Gercegi asla goremez. Ruh gozuyle bakacaksin eger Gercegi gormeyi istiyorsan. Son derece sevincle Diyojen’e tesekkur ettim ve geri donmek uzere yola ciktim.

Ayaklarim sanki nereye gittiklerini biliyordu. Kendi kendilerine gereken yere gidiyorlardi. Benim dikkatim, bilincim, her sey gelecege yoneldi. Gozumun onunde bir agacin altinda Isa oturuyordu, etrafinda ogrencileri… Ve Isa vurucu sekilde soyluyordu:

- Ben Gercegim! Ben Hayatim! Ben Yolum!

Gozlerimi actim, Isa’nin zamani henuz gelmemisti ama zaman veya mekan bunlar sadece maya, illuzyon. Bir asker olarak dunya yollarinda gidiyordum, bir varlik olarak sonsuz hayati yasiyordum, istedigim anda, istedigim zamana ve mekana kolayca gidebiliyordum. Cesitli hayatlarda, cesitli rollerde, cesitli deneyimlerde kendimi goruyordum. Ama ayni zamanda simdi, burada ve her zaman, her yerde, yani Sonsuz Simdinin icinde, Yuregimin Derinliklerinde ben Gercegin ta Kendisiydim. Ben Ne Isem O idim.


VI. GUZELLIK VE SEVGI ICIN NELER YAPARSIN?

Alti yasinda bir cocugum. Kucuk, iki odali kiralik bir evde yasiyoruz. Evimiz okulun tam karsisinda. Pencereden baktigimda okula girip cikan cocuklari, bazen ogretmenleri goruyorum. Ve biliyorum ki gelecek sene ben de o okula gidecegim ve birinci sinif ogrencisi olarak on yillik egitim maratonuna baslayacagim. Ama umurumda degil, ben simdi kendimi ozgur hissediyorum. ;stersem resim yapiyorum, istersem aklimda hikayeler uyduruyorum, istersem cikip sokakta arkadaslarimla oynuyorum. Okulun yaninda sol tarafta, bana buyuk gelen bir pazar var. O pazar her gun acik. Orada her cesit sey, elmalar, havuclar, biber, domates, patates, bazen kuruyemis, bazen koyunlar, keciler, bazen atlar ve develer bile satiliyor. Ama cok nadiren o pazara halk sirki geliyor ve pazarin arka kismi sirke donusuyor. Iste bugun oyle bir gun! Sabahtan beri heyecanla gosterinin baslamasini bekliyorum...

Aksama dogru yavas yavas halk toplanmaya basladi. Ben de gittim ve insanlarin arasindan suzulup on siraya gectim ve yere oturdum. Cok heyecanli hic bir sey kacirmamak icin ortaya bakmaya basladim ve gozlerime inanamadim. Tam karsimda bir maskaraboz (palyaco) komik elbiseler giymis, suratini komik boyamis bir adam bir seyler anlatip cok komik sekillerde guluyordu. Ben boyle bir maskeli komik adami ilk kez goruyordum. Arada sirada uc kisiden olusan orkestra gumbur gumbur kucuk parcalar caliyordu, halk guluyordu. Sonra maskaraboz birden durdu, bir isim soyledi ve tum sesler birden sustu.

Bir genc ortada kurulu duzenekte, yerden oldukca yuksek bir noktada gerilmis ip ustune cikti, eline uzun bir sopa aldi ve boslukta yurur gibi o ipin uzerinde adim atti. Hicbir korumasi yoktu. Her an yere dusebilir gibi geldi bana. Ayaklari titriyordu, kendisi sallaniyordu ama sopa ile bedenini dengelemeyi bir sekilde basariyordu. Ve adim adim ipin karsi tarafina ilerliyordu. ;lerledikce etraftaki halk nefesi kesilmis gibi gozlerini ona dikerek bakip duruyordu. Genc ipin ortasina geldiginde karsi taraftan incecik bir kiz ayni ipe cikti. Kendi sopasini aldi ve gence karsi yurumeye basladi. Onun adimlarindan ip farkli sekilde sallanmaya basladi. Ama genc yine de dengeyi koruyordu. Ben de saskinca daha neler olacagini bekleyerek oturuyordum. Kiz genc adama yaklasti, kendi sopasini adamin ona uzanan ellerine verdi. Ve inanilmaz bir sekilde genc biraz egildi bir anda, birden gencin omuzlarina tirmandi. Sonra da, gencin omuzlari uzerinde ayaklari ustunde dogruldu. Kollarini kenarlara acti ve sadece bos kollari ile dengede durmaya calisiyordu. Bir anda muzik sustu. Kiz yavasca egildi ve kendi basini genc adamin basi ustune koydu ve daha inanilmaz bir sey yapti. O gencin basi ustune kendi basini koyup ayaklarini yukari kaldirdi.

Boyle bir sey hic gormemistim. Nasil durmadan bas basa ip uzerinde durabiliyorlardi. Sadece acik kollari ile dengede duruyordu. Ayaga kalktim. Bogazim kurudu, nefesim duruyordu. Kalbim hizla kosan at gibi vuruyordu. Ne kadar cesur bu insanlar, diye dusunmustum. Nasil boyle dusmeden tehlikeli seyleri yapabiliyordu. Bunu neden yapiyorlardi, kimse gulmuyordu, herkes endiseliydi, korkudan kimse konusamiyordu...

Nicin bunu yapiyorlar? Hayatlarini nicin riske atiyorlar? Deli mi bunlar? Yoksa bir lokma ekmek parasi icin mi bunu yapiyorlar. Cok daha rahat isler yapabilirlerdi. Riskli bir durum oldugundan emindim, bundan kimsenin suphesi yoktu. Bellerinde koruyucu hicbir bag yoktu. Yere dusseler de o yuksek ipten olebilir veya en azindan sakatlanabilirlerdi.

Ben boyle dusunurken genc adam kizi basinda tasiyarak ipin ortasindan sonuna ilerlemeye basladi. Ve cok basarili sekilde ipin sonuna ulastilar. Halkin gogsunden bir rahatlama nefesi “Ah!” diye cikti. Ve mekan alkislarla doldu. Birden zurna caldi ve doyra ritimleri insanlarin yureklerini nese ve sevincle doldurdu. Gencler yere indiler ve halkin onunde egildiler. Ben dayanamadim. Onlarin yanina kostum ve ikisinin gozlerine bakarak

- Neden bunu yapiyorsunuz? - diye sordum.

Gencler birbirine bakti, gulumsedi ve kiz

- Guzellik icin, - dedi.

- Ve Sevgi icin. Bu isi seviyoruz, - diye ekledi genc adam.

- Sen burada Guzel bir sey oldugunu hissetmedin mi? Iste biz beraber ikimiz Guzellik yaratmayi seviyoruz. Ve bunu basariyoruz, - diye ekledi genc kiz.

- Biz bunu basariyoruz, cunku birbirimizi de seviyoruz, - dedi genc adam.

- Bu is ve bu hayat bizi mutlu ediyor, - dedi genc kiz.

Boyle bir cevabi hic beklemiyordum. Ne para, ne unlu olmak, ne dunyayi dolasmak icin degil. Guzellik ve Sevgi icin. Iste ilk Estetik derslerimden birini almistim. Guzellik ve Sevgi icin olum riskine bile girmek mumkun, boyle insanlar varmis. Gencler cok mutlu gorunuyorlardi. Sanki kolay bir sey yapmislardi ve tekrar gulumseyerek ipe ciktilar. Ve cesitli farkli figurler yapmaya basladilar. Yuruyus figurleri yaptilar. Ip uzerinde dans ettiler.

Gozlerim onlara bakiyordu ama sadece bedensel gozlerim onlara bakiyordu. Ruhumun gozleri dunyadan cok uzakti. O oyunculari gormuyordum, halkin alkislarini da, muzigi de duymuyordum. Sanki baska bir evrendeydim...

Guzellik ve Sevgi icin olmek mumkun mu? Tabii ki! Ben de bunu, dunyadaki cesitli hayatlarimda defalarca yapmistim. Ve simdi idrak ettim ki, Guzellik ve Sevgi sadece Dunyadaki hayatimda degil, Sonsuz Kozmik Hayatimda da en degerli seylerdir.


VII. BIR AVUC TOZ.

Bu olay bana baska bir olayi hatirlatti. Eski caglardan biri. Hindistan. Yazin zirvesi. Yedi yasinda bir cocugum. Bugun saraydan kactim ve yalniz basima sokaklarda dolasiyordum. Bir tas uzerine oturdum, elime cubuk aldim ve ayaklarimin altindaki tozda daireler cizmeye basladim. Sokaktan bir adam geciyordu. Orta yaslarda, kisa sakalli, pesinden serbest birakilmis at geliyordu. Adam bana yaklasti ve sordu:

- Oglum sen bu sarayda mi yasiyorsun?

- Evet. Adim Ashoka. Senin adin ne? dedim ben.

- Bana Zonkapa derler, dedi adam. Ve sordu:

- Sen kralin oglu musun yoksa?

- Evet oyleyim, dedim ve tozda daireler cizmeye devam ettim.

Zonkapa bir sure yaptiklarima bakti ve sunu dedi:

- Sizin sarayda bir Bilge oldugunu duydum. Onunla sohbet etmeye gidiyorum.

- Ona bir sey mi soracaksin?

- Evet, ona soracagim sey su: Gercek nedir, Ozgurluk nedir ve Guzellik nedir?

- Iyi sorular, dedim. Yerden bir avuc toz aldim ve onun ellerine o tozu birakip sunu soyledim:

- Iste Gercek budur. Ozgurluk budur. Guzellik de budur.

Zonkapa saskinlikla bana bakarak donup kaldi. Yillar sonra bilge rahipler onu, Gautama Buddha’dan sonra gelen yeni Buddha ilan etmislerdi. Zonkapa ellerini acti ve ellerindeki toz bir esintiyle mekana dagildi.

- Sagol, dedi bana. Bunu asla unutmayacagim. Ve atinin yularini cekip yoluna devam etti.


VIII. HIC KIMSE KENDI BILINCINDEN EMIN OLAMAZ

On dokuzuncu yuzyil. Hindistan. Ruhsal arastirmalar yapan bir grupla bir gole gidiyoruz. Pandit Moru’nun bizi davet ettigi golde sira disi olaylar oluyormus. Orman icinde giderken Moru bize sunu anlatiyor:

- Hic kimse, Sevgili dostlarim, kendi bilincinden emin olamaz. Cunku ruhu guclu olan ve kendi bilincini yonetebilen bir insan, ayni gucle baskalarinin bilincini de yonlendirebilir.

Aramizda olan ;ngiliz ressam Charles Fet, hocanin bu sozlerine hemen tepki verdi.
- Hayir Sayin Pandit, eger insan kendi bilincinden eminse hic kimse onun bilincini etkileyemez.

- Bundan emin misin, diye sordu Pandit Moru.

- Cok eminim, diye yanitladi Charles. Bu ormani, uzaktaki daglari, sizi, gordugum gibi, kendimi yasadigim gibi eminim. Hicbir guc beni etkileyemez. Kendi bilincimden son derecede eminim.

Bu arada grup gole yaklasmisti. Uygun bir yer bulup herkes piknik icin hazirliga basladi. Charles gruptan uzaklasip kendi resim sehpasini acti. Tualini koydu, boyalari hazirladi. Ve golun ortasinda gordugu, etrafinda kamislar olan guzel, yesil adayi tualine resmetmeye basladi. Gozleri sik sik adaya ve gole bakiyordu. Ve bizi de, sanki her seyi de unutmus haldeydi. Konsantrasyonu tamdi. Pandit Moru ise bizimle sohbet edip oturuyor. Boylece cok vakit gecti. Charles tualini alip bana yaklasti. Yaptigi resmi gostererek bana sordu:

- Artik bu golu ve bu adayi ben Londra’ya goturecegim. Bu manzara gercekten cok guzel! Nasil, resmi begendin mi, diye sordu bana.

Ben tuale baktim. Sonra gozlerim biraz tuhafca Charles’a diktim, bir daha tuale baktim ve Charles’a sordum:

- Sen hangi manzaradan soz ediyorsun?

- Tabii ki bu golu ve adayi resmettim, kenardan gormedin mi beni? Diyerek sinirlendi Charles.

Ben ise tualde tamamen farkli manzara goruyordum. Tualde gordugum, bir dagin eteginde, bir magaranin yaninda bir guru oturuyordu.

- Senin tualinde gol gibi bir sey yok ki, dedim Charles’a.

- Sen kor musun? - diye bagirdi bana Charles.

Bu arada bizim konusmamizi duyan diger birkac arkadas yanimiza yaklasip tabloya baktilar. Sonra Charles’a baktilar. Sonra bana baktilar. Bir daha tabloya baktilar. Sonra Pandit Moru’ya baktik hepimiz. Hepimiz bir seste:

- Burada gol yok, - dedik.

- Hepiniz cildirdiniz, diyerek sinirlenen Charles tuali kendine cevirdi ve -
- Iste bakin burada gol ve ada,.. demeyi bitiremedi ve birden gozlerinden bir ortu cekilir gibi oldu. Agzi ve gozleri saskinca acik, cilgin gibi bagirdi:

- Ada nerede, gol nerede? Ben golu ve adayi yapmistim. Ama burada daglar var.

Deli gibi bakiyordu bize ve neler oldugunu anlamiyordu. Ben ise Pandit Moru’yu iyi tanidigim icin, artik neler oldugunu tahmin etmistim.

- Hocam! Diye seslendim Moru’ya. Burada tuhaf seyler oluyor.

Pandit oturdugu yerden kalkip yavasca bize yaklasti. Ve Charles Fet’in gozune bakip gulumsedi. Charles birden bembeyaz oldu. Elleri de, ayaklari da titremeye basladi. Kendinden emin olan gururlu ;ngiliz, ders aldigini idrak ediyordu. Ve bu ders onu tamamen yok hale getirmisti. Gozlerini kapatti ve sessizce dizlerine coktu. Hepimiz Pandit’e baktik.

- Insanin bilinci etkilenebilir dedigimde, neden bazilariniz sozlerime inanmadi, diye sordu bize ve ekledi:

- Hic kimse kendi bilincinden emin olamaz. Yaklasik yuz yil sonra bazilariniz bilgisayar ekrani karsisinda oturacaksiniz. Bilgisayar sayisal islemler yapan bir cihazdir. Onun ayna gibi ekrani olur ve o ekranda sizin kendi bilincinizde gordugunuz gibi, dunyada ve hatta evrende ne varsa gorebileceksiniz. O zaman hemen her insanin evinde ve isyerlerinde de oyle cihazlar olacak. Ve tum bilgisayarlar birbirine bir Evrensel Ag ile bagli olacak. Dunya teknolojisi cok ilerleyecek. Ve sen Serdar, dedi bana bakarak, kendi evinde oturup bilgisayarinin ekranina baktigin zaman, o ekranda gorduklerinin senin kontrolunde oldugundan tabii ki cok emin olacaksin.

- Hocam, ama benim adim Endryu, onun konusmasini keserek soyledim ben.

- Simdi Endryu: ama yuz yil sonra adin Serdar olacak, dedi Pandit Moru gozlerime bakarak. Ve devam etti:

- O ekraninda gordugun sey senin yazilarin, mektuplarin, resimlerin ve simdi bilmediginiz daha bircok seylerin olacak. Gercekten her sey senin kontrolunde olacak gibi. Ve sen gercekten bilgisayarindaki her seyi cogu zaman kontrol edebileceksin. Ama hicbir zaman emin olamazsin, neden birden bilgisayarin kapaniyor, ya da yazdigin metnin siliniyor, ya da gondermek istedigin mesaji neden gonderemiyorsun…

Cunku o zaman baska birisi, dunyanin neresinde olursa olsun, kendi bilgisayarini kullanarak senin bilgisayarina girebilir ve orada her seyi degistirebilir veya orada olan tum bilgileri alabilir. Hatta isterse bilgisayarini bozabilir. Ve bunu senin bilgisayarin Dunya Agina bagli olmasa da yapabilir. Ama sen kimin ve nasil senin bilgisayarina mudahale ettigini o anda bilemezsin. Ayni sekilde Sevgili Charles, yuzyillar once de, yuzyillar sonra da, Himalayalarin magarasinda oturan bir Guru senin bilincini istedigi gibi etkileyebilir.

- Anlamiyorum nasil olur boyle seyler, diye aglarcasina islak bir sesle cevap verdi Charles ve elleri ile yuzunu kapatti.

- Simdi bu halinde ve bu bilincinde bunu anlaman mumkun degil. Simdi baska bir seyi anlaman gerek. Bu fenomen gercekten var. Ve bu olay sana bu fenomeni yeterince etkili sekilde ogretti. Eminim bu dersi hic unutmayacaksin.

- Hocam, Bizi buraya o adaya goturmek icin getirmedin mi sen, ama sahilde hicbir kayik gorunmuyor, adaya ise en az 2 mil var - diye sordum ben cesaretimi toplayarak.

- Evet, birazdan o adaya gidecegiz. Kayiklara gerek olmayacak, - dedi Moru gulumseyerek… 

Hepimiz Moru’nun baska neler soyleyecegini bekleyerek sessizce oturuyorduk. Ama o konusmak icin acele etmiyordu. Birden hafif bir ruzgar hepimizin yuzune dokundu ve incecik inanilmaz sesler yavasca, dalga dalga guclenerek, golun ortasindan bize dogru gelmeye basladi. Boyle sesleri hicbirimiz daha once duymamistik. Sanki yuz binlerce ruzgarda salinan kucuk canlarin birlesik sesi gibi, ayni zamanda kozmik bir muzik gibi bir tuhaf sesti bu. Henuz kendine gelemeyen Charles korktu.

Sessiz kalmamiz gerektigini isaret etti Moru. Ayaga kalkip gole dogru gitti ve adaya bakarak, bizi de adaya bakmaya davet etti. Sesler gittikce gucleniyordu.
Ve ben seslerin sanki her bir hucreme girdigini ve harekete gecirip canlandirdigini, sevindirdigini hissettim. Herkes gibi ben de adaya baktim. Bir dakika bile gecmeden, cok net gorunen yesilliklerle dolu ada sisle kaplandi. Adanin kiyilari ve golun bir kismi tamamen beyaz sisle kaplandi. Sadece adadaki bazi yesil agaclar ve tepeler gorunuyordu. Bundan sonra olanlar ise tamamen akil almaz bir seydi.


IX. RUYA VE GERCEK.

17 yasindayim. Aralik ayi.  Sehre gidiyorum. Otobus sehir garina geldi. Otobusten indim. Yolun kenarina cikip, sehir merkezine gidebilmek icin otostop yapmaya calistim. Evler, yollar, her sey kalin kar ile kapli. Yolun uzerindeki kar, arabalarin tekerleri altinda sikismis ve beyaz bir buza donmus halde. Gelip gecen arabalar oldukca yavas hareket etmek zorundalar. Birden bir minibusun geldigini goruyor ve onu durduruyorum. On kapisini acip soforun yanina oturuyorum. Sofor genc, cok neseli ve heyecanli bir adam…

- Sehrin merkezine kadar goturur musun, - diye soruyorum ona.

- Tamam sorun degil, hemen gideriz, diye cevap veriyor ve gaza basiyor.

Araba gittikce hizlaniyor ve ben endiselenmeye basliyorum. Cunku eger araci durdurmak gerekirse bunu yapamayacagini biliyorum. Ama bu soforun umurunda degil. O sarki soyleyerek oldukca hizli gitmeye devam ediyor. Yol ise gunes isinlari altinda kar ve buzdan parliyor.

Birden, elli metre kadar ilerde yolumuzu kapatan bir kamyonun durdugunu fark ediyorum. Bu durumda minibusumuz mecburen o kamyonu soldan gecmek zorunda. Sofor de bunu yapmaya calisiyor ama biraz sola alinca ikimiz de karsidan gelen otobusu dehset icinde goruyoruz. Ve o otobus kamyonun yanindan gecerken bizim minibusun de ayni noktada olacagini beynim aninda hesapliyor. Ayni zamanda sofor de, iki aracin arasindan minibusun gecemeyecegini, aralarinda sadece bir metre kadar ara kalacagini panikle fark ediyor. Tabii ki bizim minibus o araya sigamaz. Frene basmak da anlamsiz cunku ayna gibi buzlu yolda fren tutmaz. Ikimizin de nefesi kesiliyor. Ve bir saniye kadar sonra ya kamyona, ya da otobuse carpacagimizi idrak ettim. Ve bu hizla giderken tamamen ezilmis olacagiz...

Gozlerim kendiliginden kapandi ve nefesim durdu. Icimde simdi her seyin bitecegine dair bir dusunce yildirim gibi geciyor. Kendimi Tanrinin Eline biraktim. Gecen bir saniye bana sonsuzluk gibi geldi. Sonra gozlerimi actim, bakiyorum: oturdugum minibus ayni hizla yolda devam ediyor. Kamyon ve otobus artik arkada kalmis. Sola, saga bakiyorum. Sofor bembeyaz, aptal gibi gozlerini bosluga dikip, gaza basmaya devam ediyor. Sanki dehsetin, panikle karismis bir heykeline benziyor. Elleri direksiyon uzerine birakilmis anlamsiz ipler gibi.

- Ne oldu bize, diye bagirdim. Yasiyoruz. Neden carpismadik?

Genc sofor agzini acti ama bir sey soyleyemedi. Ama biz yasiyoruz ve minibus yolda gitmeye devam ediyor.

- Ey salak, dur artik, diye bagiriyorum sofore. Durdur su arabayi, - diye bagiriyorum.

Kendine gelen sofor yavas yavas arabayi durdurmayi ve yolun kenarina cekmeyi basariyor. Arabadan sarhos gibi iniyorum. Ve yakindaki bir agaca sarilip oylece kaliyorum. Gozlerim kapaniyor. Bedenim titriyor. Ama ben artik bedenden cok uzagim.

Gozlerimi aciyorum, karsimda Pandit Moru bana bakip oturuyor. Ve Onun dusunceleri cok net aklimda sesleniyor.

- Hatirladin mi o olayi? O zaman seni, Mekan kurtarmisti. Mekan bir Tanridir ve gerekirse her seyi yapabilir.

Bu arada adadan gelen ince can sesleri iyice yogunlasiyor ve muzige donusuyor. Sanki Kozmik bir Muzik, milyonlarca Yildizin Sesini iceren bir Senfoni, bizi tamamen sariyor ve alip goturuyor. Sanki goz acip kapatacak kadar kisa gecen bir an sonra gozlerimi aciyorum. Grubumuz, ayni piknik sofrasi, Pandit Moru ve her sey ayni sekilde duruyor. Ama bir tuhaflik hissediyorum. Bir sey kesinlikle degismis, ama hala idrak edemiyorum.

Hala, bir Kozmik Muzik duydugumu hatirliyorum. Ama su an sanki o muzik bizden uzaklasiyor. Etrafta yavasca dagilan sisi fark ediyorum. Bir dakika gecer gecmez sis kayboluyor. Ve herkesin icinden bir saskinlik sesi cikiyor.

- Neredeyiz biz?

Ayaga kalkip etrafa bakiyorum ve goruyorum ki golun ortasindayiz. O adadayiz. Henuz bir an once sahilde oturuyorduk. Nasil oldu da simdi adada bulduk kendimizi! Herkes bu dusunceyle gozlerini Pandit Moru’nun yuzune dikti.

- Ruya mi bu Hocam? Diye sordu grubumuzda olan Hintli Coshi.

Moru gulumsedi:

- Simdi hepimizin adada oldugu kesin. Ama Sevgili Coshi, Ruya ve Gercek arasindaki fark nedir sence?..


X. BILGELIK

1990 yili. Hindistan. Unlu bir Ayurvedist doctor Das beni Pandit Coshi’nin evine goturuyor. Aslinda sirtimda bir rahatsizlik var ve bunu bahane ederek Ayurvedist dostuma sordum:

- Bir bakisla teshis edebilen ve insana hic dokunmadan onu iyilestirebilen bir yogi veya bir sifaci taniyor musun?

- Evet, taniyorum, dedi. Sanirim sen onun gibi birisini ariyorsun. Gel arabayla gidelim, seni Pandit Coshi ile tanistirayim, - dedi.

Yamuna nehrinin karsisina gecip Green Park’a dogru yol aldik.

- Bu bir bilim adami mi, bir Hoca mi, diye sordum dostuma.

- Hayir, - dedi. Aslinda o cok zengin bir is adami idi. Ingiltere’de egitim almisti. Sonra buyuk islerle ilgilenmisti. Ama artik yaslandigi zaman bir gun Tanri’nin sesini duydu. Tanri ona demis ki “Tum servetini, parani insanlara dagit ve bir yoksul ve fakir gibi yasa. Ama yasamin tamamen ruhsal olmali. Sen bir Guru, Sifaci ve Aydinlatici olacaksin”. Demis. Ondan sonra Pandit Coshi tamamen degisiyor. Her seyini akrabalarina, dostlarina, derneklere, kimin ihtiyaci varsa ona tum servetini dagitiyor. Delhi’de GreenPark’in sokaklarinin birinden kucuk bir odalik ev aliyor. Ve simdi orada yasiyor. Bakalim evde mi bu saatte.

Arabadan indik, kucuk bir bahceye girdik. Uzun bir masanin yaninda uzun bir koltuk vardi. Uc kisi bahcedeki o uzun koltukta oturuyordu. Ayurvedist dostum Pandit’in burada olup olmadigini sordu.

- Hayir, dedi birisi. Bu saatte dolasiyormus, biz gelmeden cikmis. Ama birazdan gelecek galiba.

Biz de oturduk ve beklemeye basladik. Birbirimizle sohbet ederken birden sokakta biri bize yaklasmaya basladi. Elinde akordeona benzeyen bir Hint muzik aleti vardi. Adam sanki transa gecmis gibi cok coskulu, majorlu bir melodi caliyordu. Acaba o mu Pandit Coshi, diye icimden bir dusunce gecti.

- Geliyor galiba, dedim Ayurvedist dostuma.

- Hayir o degil, dedi.

Ben ise o muzige bayilmiscasina ve sokakta dolasan o muzisyenin halinden cok heyecan duydum. Muzisyen bahcenin alcak duvarina yaklasti. Ve gozlerini bana dikerek cosarak calmaya devam etti. Sonra bir de dans etmeye basladi. Neler oluyor, diye iyice sasirdim. Dostum da kacirmadi muzisyenin bana ilgisini. O da, bir muzisyene bir bana bakiyor ve aramizda olan biteni anlamaya calisiyordu. Birden muzik kesildi ve sanki bir sinema aktoru gibi muzisyen onumuzde sapkasini cikarip egildi. Dogrulup sapkasini yeniden takti ve yoluna devam etti.

- Sen cok sanslisin, dedi bana Ayurvedist dostum.

- Nedenmis o, diye sordum.

- Pandit Coshi’ye gelmeyi isteyen cok insan var bu ulkede. Ama onu bulup da evine gelebilen insan sayisi cok azdir. Buraya gelebilmek icin ozel bir karma'n olmali, yani kaderin buna musaade etmeli, yani bunu kazanmis olman gerek.

- Evet anliyorum, diye yanitladim.

Ve birden dostum kalkip bahce kapisina dogru gitti, kapiyi acip Pandit Coshi’yi iceri aldi. Yasli, cok zayif, esmer ama cok parlak gozleri ve etkili bakislari ile, kararli hareketleri ile sanki genc birisi gibi gorunuyordu Pandit Coshi. Icinden buyuk bir enerji ciktigini herkes hissediyordu. Ayurvedist dostum, kulagina yavasca birkac soz soyledi. Benden once gelen insanlar Hintli idi ama ben yabanciydim ve tabii ki bu cok belliydi. Pandit Coshi bana yaklasti. Gozlerime bakip gulumsedi. Elimden tutup beni kendi odasina goturdu. Elimden tutup beni kendi odasinin yakinindaki koltuga goturup oturtu.

- Sen biraz burada bekle, dedi bana. Ben bu insanlari gonderip senin yanina gelecegim.

Acik olan kapidan odanin icine baktim. Kucuk bir odada toprak zeminin uzerindeki kamistan bir kilimde basit bir minder duruyordu. Bir yastik, bir battaniye vardi. Her sey iyice eski gorunuyordu. Yastigin yaninda bir kitap, iki defter ve kalem vardi. Karsi kosede ise bir su bardagi duruyordu. ;ste bir zamanlar milyarder olan Pandit Coshi’nin evi boyleydi. Bu hayat gercekten ruya gibi… Iste ruhsal zenginlige sahip olan adamin yasam’in ruhsal yuceligi!..

Dusuncelerim ozgurce akmaya basladi. Dun dunya zenginlerinden biri olan adam, bugun cok az insanin tanidigi ve az insanin ulasabildigi bir Bilge. Yarin ne olacak? Belki bunu kendisi de bilmiyor. Peki ya ben biliyor muyum yarin nerede ve ne olacagimi? Tabii bu kisi olarak simdi burada oturuyor ve Pandit Coshi’yi onun evinde bekliyorum. Ama iki saat once ondan haberim bile yoktu. Simdi ise bu yasli ve kurumus gibi gorunen ciliz adami yurekten seviyordum. Ve onun da sevgisini hissediyordum. Aslinda boyle bir hocayi coktan ariyordum. Sirtimdaki rahatsizlik sadece bir bahaneydi. Istedigim sey boyle bir Bilge ile tanismak ve Onun Ruhsalligini, Guzelliklerini ve Yuceliklerini gormek.

Bir Bilgenin Ruhu Evrenden daha buyuk olabiliyor. Ve Onun icindeki Kozmik Bahceler Cennetin Bahcelerinden cok daha guzel ve Yuce olabiliyor. O yuzden ben hep Bilge insanlari ariyorum bu Dunyada. Bilgelik nedir? ;nsanlik uyuyor ve yasam denen sey aslinda ruyadir. Bu gezegende uyanik olanlar sadece, Pandit Coshi gibi Bilgelerdir. Ama uyuyan insanin gercek hayat diye bildigi seyin, aslinda sadece bir ruya oldugunu, ona nasil anlatirsin ki?..

- Tamam, diger islerim bitti, simdi konusa biliriz, dedi yaklasan Pandit ve yanima oturdu.

Gozlerime bakti. Hizli, ama cok derin bakti. Okadar derin girdi ki icime, sanki kalbime degil - yuregime dokunmus gibi oldu! Benim bedenim ve sahsiyetim ile ilgili her heyi gordu, idrak etti ve anladi…

Bir anda sanki hafifce basim dondu ve hemen gecti. Sonra ellerimin icine bakti ve gulumsedi.

- Sagligin iyi. Ama bir kac ay sonra oglun dogacak, sevin, - dedi bana.

- Biliyorum, - dedim ona.

- Bildigini biliyorum. Seni Kutlamak icin soyledim. Onu nasil bekledigini de biliyorum, - dedi bana...

Bir birimize bakip sessizce soz konusu ne oldugunu idrak edip gulumsedik!..

- Yarin sabah, saat dokuzda bana gel, dedi Pandit Coshi ve benimle vedalasti.

Ertesi gun sabah dokuzda onun evin onunde idim. Pandit genis ve mutlu bir gulumseme ile beni karsiladi ve selamladi. Benim de yuregim sevincle dolu idi!

- Sevgili Panditciyim, size cok minnetdarim, dedim hocama.

- Az bekle, dedi bana ve odasina girip cikti.

Elinde bir nar cicegi vardi. Bana o cicegi verdi.

- Bir ay bu nar cicegini gomlegin cebinde tasi. Kalbinin yaninda olsun, - dedi bana.

- Tamam, dediginiz gibi yapacagim, - diye cevaladim.

- Iste hepsi bukadar, dedi ve vedalasmak icin elini uzatti.

Ona tum yuregimle sarildim ve sokaga ciktim! Icim sevincle dolu idi! Iste bir bakisi ile teshiz yapan ve sagligin hakkinda herseyi aninda ogrenip hemen hic birsey sormadan tedavi eden mucizevi Bilge budur! – diye dusundum ve ucarcasina yoluma devam ettim!..


Рецензии